28 Mayıs 2024 Salı

Anti Tpo Seviyesi

 Anti Tpo Yüksekliği (Haşimato) - 


Anti Tpo seviyelerini düşürmek için; 

-> Gluten (tahıllar), laktoz  (süt ürünleri)  tamamen kesmek.

-> Selenyum, çinko ve magnezyum içeriği yüksek diyetler tercih edilmeli

-> Yüksek protein düşük karbonhidrat lı diyetlet tercih edilmeli.

-> Ağırlık kaldırarak, vücudun kas ve iskelet sistemi güçlendirilmeli.

-> Ağırlık  antremanları çeşitlendirilmeli, yüksek nabız ile de antreman programı oluşturulmalı,

vücuttan yüksek oranda ter atılmalı

-> Ciğer hacmi arttırılmalı. (Uzun süreli koşular)

-> Vücudun yağ oranı düşürülmeli.

-> Dönem dönem yüksek miktar c vitamini alınmalı (1000 mg)

-> Dönem dönem Ozon ve glutatyon  alınmalı  (Bağılıklık sisteminin destekeleyecek vücudun doğal yapısı bozmayacak takviyelerde alınabilir)

-> Bağışıklık sitemini güçlendirecek her türlü aktivite yapılmalı.

-> Uyku düzenli olmalı ve gülük yeteri kadar uyunmalı ( 8 - 9 saat)  ( spor yapılan günceler için 9 saat)

-> Uyku saatleri Saat 22.00 ile 08.00 arasında olmalı ve oda içinde ışık olmamalı.

-> Günlük minimum 3 Litre su tüketilmeli.

-> Bağırsak florası düzenlenicek şekilde beslenme programları uygulanmalı. 

-> Detaylı kan tahlilleri yapılıp, kanda düşük vitamin minarreller bulunuyorsa bunlar takviye edilmeli

-> Mutlaka günlük güneş dozu alınmalı (Örnek saat 15.00 -  18.00  arası,  30 dk - 60 dk yürüyüş yapmak)

-> Günlük 5 km yürünmeli (Her gün)

-> Ağız ve diş sağlığına önem verilmeli; ortodontik problemler varsa çözülmeli, diş çürükleri, kırıklar, tartar vs. hepsi çözülmeli

-> İskelet sistemi problemleri bulunuyorsa çözülmeli; sklayoz, kifoz vs. 

-> Dışarında yemek yenilememeli, hazır gıdalar tüketilmemeli, yağ da yapılan yemeklerden ziyade ızgarada veya haşlama yapılan yemekler tercih edilmeli. 

-> Stresten uzak, planlı ve düzenli bir hayat yaşanmalı.  








3 Nisan 2023 Pazartesi

Liderlik kursu

 Olumlu özellikleri

1 - Gelişime açık 2 - Çalışkan 3 - İleri görüşlü 4 - Sorumluluk sahibi 5 - Mütevazı

Olumsuz özellikleri

1- Kırıcı 2 - Kontrolcü 3 - Şüpheci 4 - Empati eksikliği 5 - Kıskançlık

----

Olumlu Özellik 

1. Dürüst 2. Güvenilir 3. Mücadeleci 4. Yardımsever 5. Arkadaş Canlısı

Olumsuz Özellik

1. İşini Çok Ciddiye Alır 2. Utangaç 3. Olumsuz Ruh Hali Özelliği  4. Sabırsız 5. Çok Hassas

--

 olumlu 

-Sıcakkanlı - Dürüst - İletişimi iyi  - Eleştriye açık

olumsuz

-Düşünmeden konuşma (seni tanımayan biri için kötü bir özellik)

-Gaziosmanpaşa jargonu (kişilik özelliği gibi yapışmış olarak algıladım ben)

-Kalıplaşmış kurallara karşı gelme (iş özelinde bu konu)

-Fevri konuşmalar

-----

olumlu

ileri görüşlü,  güvenilir, dürüst, empati kuran, sakin, sosyal

olumsuz

alıngan, sessiz kalmak, olayları kendi içinde yaşamak, sorunları paylaşmamak

----

olumlu 

Kibar, Şefkatli, Güvenilir, Anlayışlı, Sabırlı

olumsuz

Kontrolcü, Alıngan, Katı kişilik, Kendine acımasız, Yeniliklere uyum sağlamada zorluk yaşayan

----

sabırsız, önyargılı, şüpheci, mükemmeliyetçi, dominant


disiplinli, tutumlu, sorumluluk alabilen, azimli, yardımsever.


-----

güvenilir 

öze sorumluluk sahibi

sosyal

Kimliği oluşmuş - karaterli

merhametli


çok çaplı bakış açısına sahip değil

sorunlar ile bahsetmede eksik

hızlı karar vermeye sahib değil

Irkçı kişilik özelliği

Tembelliği sever

-----

Olumlu 

İletişimin güzel, Sosyalsin, Çevrenle uyumlusun, Kendine saygı duyuyorsun, Özgüvenlisin

olumsuz

bencil, kıskanç, egolu, takıntılı


16 Ekim 2022 Pazar

Kakao Seremonisi

  *  Buradaki satırlarda yazan  kişiler, kurumlar ve olaylar tamamen hayal ürünüdür ve betimleme ile desteklenmiştir.

 Kakao seremonisi ile derin bir yolculuğu çıktık, bu yolculuk kendi iç dünyamanda farklı kapılar açmama ve yeni yollar bulmama yardımcı oldu. Uzun zaman sonra gözlerim olmadan da görebildiğimi, hissedebildiğimi ve duyabildiğimi fark ettim.  Hayal kurmayı hep sevmişimdir, fakat mevcut hayatlarımızda iş yoğuluğumuzdan veya gelecek kaygımızdan ya da hedeflediğimiz noktalara ulaşmaktaki hırslarımızdan olsa gerek çocukluğumuzu kaybediyoruz bir başka değişle içimizdeki çocuk çok derinlere gidip kendini bizlere unutturuyor. Bu seremonide bir parçada olsa içimdeki çocuğun derinlerden gelmesi  hoşuma gitti ve seremoni boyunca zihnimden geçenleri elektronik ortamda da tutmaya karar verdim... 


                                                       Güven Ve Savaş


 Olduğum yerdeki tahtaların üzerine uzanıp gözlerimi karşımdaki bulutlara odakladım ve yavaşça kapadım, gözlerim kapanmış ama sanki başka bir dünyada açmış gibiydim ve kendimi Tanrı Dağlarında bir ormanın başlangıcında  buldum. Ormanın içine girdiğimde içimi bir parça huzur kapladı ve  daha önce hiç böyle bir yer görmemiştim, sonu yokmuş gibi ve çok sakin. Ağaçların bazılarının gövdeleri ince ve çok uzundu ormandaki bir çok ağaç böyle idi ama bazıları ise geniş gövdeli ve çok daha uzundu sanki gökyüzünü delip geçiyor gibiydi bu ağaçlar az ve çok gibiydiler. Ağaçları inceleyip yoluma devam ederken gözlerim bunlardan birine takıldı ve bana göre tam sol tarafından bir geyik kafasını uzatıp bana bakmaya başladı iri siyah gözleri ve uzun güçlü boynuzları hoşuma gitmişti ve bana farklı hissettirdi onu sevmek için yanına doğru ilerledim, oda beni iyi algılamış olsa gerek hiç tepki vermeden beni bekledi yanına vardım ve boynunu okşadım başını öne eğdi ve buna izin verdiğini bana saygı duyduğunu sezimledim. Sonra sağımdaki koyu gri tonlarında olan kayalıkların üstünden bir çıtırdı sesi duydum o yöne döndüğümde, kayalıkların üstünde kayalık ile aynı tonlarda olan büyükçe bir kurt gördüm gözerini gözlerime dikmiş sertçe bakıyordu, gözlerinden kuyruklarına doğru paralel uzanan beyaz şeritleri bulunmaktaydı. Kayaların üzerinden atlayıp yanıma doğru geldi, gözlerimi gözlerinden hiç kaçırmadan yanıma gelmesini bekledim ve yanıma kadar geldiğinde son kez gözlerimin içine sert bir bakış attı ve boynunu eğdi ellerimi gözerlinin üst noktasında sırtına doğru götürerek kurdu sevdim. Ormandaki yolculuğumda bu hayvanlar bana eşlik edecekti ve bu iki kutsal hayvanın bana arkadaş olmalarından memnun kalmıştım. 

 Orman içinde yürümeye başlamıştık bir süre sonra sık olan ağaçların sıklığı azalmaya başladı ve birden önümde bir çember belirdi, ilginç bir çember motifi idi çemberin iç noktalarında büküm şeklinde keskin hatlar mevcutu. Çemberin içine girdim, etrafıma bakarken yumuşak  bir rüzgar sesi geldi ve karşımda kakao'nun ruhu insan formunda belirdi ve sanırım ben bu forma aşık oldum gözleri güzel parlıyor ve gülüşü içimi çoktan ısıtmıştı; kendimi ona bakmaktan alamadım, uzun yıllar boyunca tanıyor gibiydim, bir şeyler anlatmak için de konuşmama gerek yoktu. Yanıma kadar geldi, bana sarıldı ve içimdeki  puzzle'ın eksik kalan son parçası tamamlandığını hissettim; bulunduğum yer benim için daha anlamlı gelmeye, etrafımdaki kokuları daha iyi almaya, ormanın içinde sesleri daha iyi duymaya, yeşilin farklı tonlarını daha iyi ayır etmeye başladım bu tam tarif edebileceğim bir şey olmasa gerek. 

 Bulunduğum çemberden yavaşça ayrıldım ve orman içindeki yolculuğuma devam etmeye koyuldum. Hayvanlarımın yanımda olması gideceğim yolda ışık olmaları bana güven veriyordu, özellikle kurdun kendinde emin duruşu yürüyüşü içimdeki cesareti yüceltiyordu. Ormanın ruhu beni engebeli arazilerden, batalıklardan, dikenli ve çakıllı yollardan ve bazende ferah yollardan götürdü hepsi için ona güvendim bu yollarda hayvanlarım ile olduğumdan mutlu idim geçtiğim yollarda kah yardım ettiler kah yolumu bulmamda  ışık oldular ve yolun sonunda bir su havzasına geldik.  Üstümdeki eşyaların bazılarını kayaya bazılarına ise toprağa bıraktım ve saf bir şekilde suya girdim. Çember şeklinde olan bu havzada eşit ölçülerde olacak şekilde konumlanmıştık geyiğim çemberin bana göre sağında kurdum ise solumdaydı, üstümü ve eşyalarımı çıkarırken beni izlemişlerdi. Suya girerken geyiğim olduğu yerde oturarak beni izlemişti ve beni beklemeye koyuldu. Suyun ortasına kadar gelmiştim ve kurdumda bana eşlik etmek için yanıma geldi ve sonrasında suyun  dibine doğru çekilmeye başladık.  Suyun içine çekildikten bir müddet sonra Burada Suyun iyesi ile karşılaştık, tuhaftır ki suyun içinde ya nefes alabiliyorduk ya da artık bunun bir önemi yoktu. Suyun iyesi benimle konuşmaya başladı: Hayatında benim gibi ol, gerektiği yerde durgun ya da sakin gerektiği yerde de dalgalı olmayı öğren. Sana bu su tılsımını veriyorum hayatındaki savaşında zorlandığın noktalarda beni hatırla mevcut zamanında bulunduğun yerin şeklini almayı unutma, şimdi yolculuğuna devam edebilirsin. Birden suyun en karanlık en dib noktasına çekilmeye başladım, en karanlık noktasına vardıktan bir süre sonra gözlerim alışmış olacak ya da bir şekilde görüyor olacak ki etrafımı algılamaya başlamıştım ve suyun her bir tanesi hissediyordum.  Su tabanında karşılaştığım bir mağaraya girdim, kurdum mağara kapısında beni beklemedi. Kalp atışlarım hızlanmıştı birden mağaranın içinden bana doğru çocukluğum geldi, bu çocukluk halim ile sohbet ettim her ne kadar eğlenceli ve güzel zaman geçirsemde bu beni biraz tedirgin etti. Çok meraklı, sürekli soru soran bir yapısı vardı ama ben bu sorularına cevap vermedim, ona verdiğim tek cevap kendin olmaktan ve eğlenmekten vazgeçme, ilerlediğin yolda kendine güven. Çocukluk halimin arkasından minik bir kurt çıka geldi, sağ ön bacağı üzerinde küçük bir yara vardı belliki yakın zamanda olmuştu yinede güçlü ve dinç duruyordu. Çocukluk halim kendi oyuncaklarından birini bana verdi ve ona sarılıp vedalaştım. Mağaranın dışına doğru yürüdüğümde kurdumu gördüm ayakları üzerinde beni bekliyordu, yolumuza devam etmek için bana bir baş hareketi yaptı. Suyun için yolcuğumuz son bulmuştu buradan ayrılıp suyun dışına çıktık.

 Dolunay vardı bir müddet orman içinde yürüdükten sonra gözlerim dolunaya takıldı, bakarken beni çağırdığını hissettim ve gözlerim geyiğime döndü bana baktı ve "Gidelim mi?" dedi. Yolculuğumun bu kısmında Ay'ın yanına varmıştım,  Ay benim ile konuşmaya başladı ve bana şunları iletti: Benim her zaman farklı evrelerim olmaktadır bunlar sizlere göre,   bazen yeni ay bazen ilk çeyrek bazen dolunay bazen ise çok çeyrektir. Her ne kadar bazı evrelerde eksik ya da yarım gibi gözüksemde aslında her halim ile tam durumdayım Dünya'dan bakıldığında farklı farklı  gözüküyorum ama bu eksik olduğum anlamına gelmiyor ve bu sözlerimi hiç unutma Güneş her zaman orada ve beni her zaman görüyor. Ay sözlerini bitirmişti ve bu sözler içimde kapalı kalan belkide açmaya cesaret edemediğim bir kapıyı bende açmıştı. Bana hediyesini iletti: "Sana kendimden bir parça olan bu kolyeyi veriyorum, bunu her zaman göğsünde taşı ve benim safhalarımı hiç unutma. Ne zaman eksik hissedersin o zaman bu kolyeye dokunursun Güneş'in her daim orada olduğunu hatırlarsın, başka bir noktadan baktığından göremesende her zaman tam ve güçlüsün buna güvenini kaybetme.". Bana verdiği öğütleri ve kolyemi alıp geyiğim ile beraber geri döndük son bir kez Ay'a bakıp  teşekkür ettim, derin bir nefes aldım... 

 Yoluma devam ederken çemberime geri döndüğümü fark ettim, çemberin içinde yeni temiz ve beyaz kıyafetler vardı botlar bile beyazdı üstümü değiştirip bunları giyindim. Etrafıma bakınırken beyaz uzun yeleli saçları olan biri dikkatimi çekti, bir yandan kim olduğunu anlamaya çalışırkende bir yandanda da ne kadarda bana benziyor diye düşünüyordum. Yanıma geldiğinde benim yaşlanmış halim olduğunu anladım  bir süre hiç konuşmadan sadece bana baktı bende hiç sesimi çıkarmamıştım. Ne olduğunu anlamadan kendimi altından nehir geçen bir evin içinde buldum, bulunduğum odanın etrafı camlar ile çevirliydi ve açık olan cam aralığı nehre bakıyordu. Nehirin akışını izlediğim sırada hızlıca odanın kapısı açıldı ve üç çocuk koşarak nehire atladı ne olduğunu anlayamadan "Baba hadi sende atla seslerini duydum", anlam veremesemde bu çocukları tanıyor gibiydim Tuğrul, Çağrı ve Umay diye hitap etme isteği uyandı içimde. Çocukları inceliyordum fiziklerinden anladığım iyi besleniyorlar ve hareketli çocuklardı ve bir o kadar sevimli. Mevcut olayları sadece izliyor ve müdahil olamıyordum.  Arkamdan bir ses geldi ve o yöne döndüm, döndüğüm saçları beyaz saçlarının beyaz olduğu kadar gözleri kara ama  kara olsada bir o kadar da ışık saçan bir kadının bana baktığını gördüm kim olduğunu anlamış olsam gerek yanına gidip ona sarıldım, tanıdık kokuyordu her şey için ona teşekkür ettim.  Bulunduğum zamanda hayatımda hedef bildiğim bir çok şeyi gerçekleştirmiştim, etrafımdaki insanlarında hayatlarının ve zamanlarının basit olaylar çerçevesinde değilde kendi kanlarını yüceltecek ve ona sahip çıkacak hedefler doğrultusunda ilerliyor olmaları beni çok mutlu etmişti... Bir an kendimi yeniden çemberin içinde yaşlanmış halime bakarken buldum. O bana şunları iletti:  "Kendin ile savaşın diğer tüm savaşlardan daha önemli, kendi içindeki savaşı kazanabiliyorsan dışında cereyan edecek bütün savaşlara meydan okuma gücünü damarlarından akan kanda bulacaksın".  Bana, sırtında kınında duran bir kılıç hediye etti, kılıcın kabzası sağ omzuma gelecek şekilde kemerlerini göğsümde bağladım sağ elim ile  kılıcın kabzasını kavrayıp çıkardım, sağ elim ile yere paralel tutarken sol elimi kılıcın üstünde gezdirdim. Kılıcın üstünde GökTürk alfabesi ile yazılmış kelimeler bulunmaktaydı. Kılıcımı inceledikten sonra kınına geri koydum. Ve yaşlı Halim konuşmaya devam etti, kendine ve değer verdiğin insanlara güvenini kaybetme gittiğin yolda sana değer verdiğin insanlar seninle olacaktır onlar ile korkusuzca savaşlara girebilirsin... Kalan yolculuğumun açık olmasını dileyip gitmemi istedi. 

  Çemberin dışına adımımı attığımda geyiğim yanıma geldi, yolculuğumun devam ettiği süreçte beni sırtında taşımak istedi bunu istemediğimi ve beraber yan yana yolculuğumuza devam edeceğimizi söyledim, gözlerini kısarak bana baktı gülümser gibiydi. Kurduma döndüm benim için uzun bir yolculuk olmuştu ve bir an için beni yalnız bırakmayı düşünmemişti yanımda ayrılmamıştı elimi yanına giderek elimi başına koydum içimden "Ne kadarda güçlü bir Kurt" diye geçirdim. Ucu bucağı olmayan bu oramanın içinde yürürken, yolum beni ulu bir Çınar'ın önüne getirdi. Çınarı bir süre inceledikten sonra ellerimi gövdesinde gezdirmeye başladım, birden içine doğru çekildim. Kendimi Çınar'ın içinde sanki farklı bir dünyada bulmuş gibiydim beden yok gibiydi ağaç her noktasını hissediyor gibiydim; dallarını, köklerini, köklerindeki saçakları, dallarındaki tomurcuklarını... Dalları gökyüzünü boydan boya sarıyordu. Bazı kısımları mor idi bu göğün karanlığını temsil ediyordu, bazıları ise sarı bu güneşin saçılan ışığını temsil ediyordu, beyaz olan kısım ise göğün bulutlarını. Ben bu parçalar arasında kaybolurken etrafım bir anda sessizleşip karanlık olmaya başladı ve birden karanlığın ortasında bir çift göz belirdi benimle konuşmaya başladı. Konuşma esnasında bedenimi hissetmeye başladım, karşımdan gelen ses o kadar sakin ve huzur vericiydiki olduğum yere bağdaş kurup oturdum ve dinlemeye devam ettim.  Gelen sese kulak vermeye başladığımda şunları işitiyordum: "Hayatta aradığın her şey burada başladı, bütün başlangıçların sakin ve sessiz olmalı bu sana ilerleyiş vermeyecek gibi gelsede hayal edemediğin boyutlarda, başlangıç noktalarının nasıl ilerlediğini hissederek göreceksin".  O an ne söylediğini pek anlayamadım ama bunun içimde bir şeyler canlandırdığını ya da aydınlattığını hissettim ve bu bana huzur vermişti zaman kavramım ortadan kalkmıştı. Ulu Çınar bana kendi gövdesinden yapılmış bir çift bileklik hediye etti. Hayatımdaki tüm savaşlarımda bu bilekliklerin benimle olacağını bana eşlik edeceğini söyledi üstüme gelecek kılıç darbelerinden korunmada bu bilekliği kullanabileceğimi, bunların çok güçlü olduğunu ve güvenmem gerektiğini iletti. Huzurunda ona teşekkür ettim, ve oradan ayrıldım. 

 Ağacın köklerinden bir anda yer altına çekilmiştim. İçimde büyük bir öfke olduğunu hissettim, bu bana kötü hissettirmekten ziyade güç veriyordu. Yer altı dünyasında ilerlerken buzulların arasında geçtim,  sıcak lavlar akan nehirlere paralel yürüdüm ve sonunda bir saraya rastladım. Büyük gümüşten kapısı açıktı  ve içeriye doğru yürüdüm, Yer Altı dünyasının hükümdarının çekici ile bir örsü dövdüğü görünce işi bitene kadar onu izledim. Geniş omuzları ve ayaklarına kadar uzun bıyıkları vardı, teni ise kırmızı renkli idi güçlü ve asil duran bir yapısı vardı. Sonunda işini bitirip yüzünü bana döndü gözleri neredeyse alev saçıyordu ama bu bana hiç yabancı hissettirmedi, bana güzel öğütleri oldu. Bunları dinlerken içimdeki öfkenin gücünü iliklerime kadar hissettim, hayatlarımız boyunca öfkenin kötü bir şey olduğunun bilincinde bulunduk  ama Yer Altı Dünyasının Hükümdarı bendeki bu bilinci değiştirdi eve bana şunları söyledi: "Öfken senin doğumun ile başladı ve ölümüne kadar seninle olacaktır, bunu nasıl kullanacağın sana kalmış. Öfkeni sana savaş açanlara yoluna engel olanlara çevirip kullanmalısın, öfken hayatının her anında değil sana engel olan durumlarda karşına çıkan engelleri parçalayıp geçebilmen için verildi ve bunu köreltmeye değil doğru kullanmaya ihtiyacın var ve bunu hayatın boyunca unutma ve uygulamaktan geri koyulma." diyerek sözlerini sonlandırdı. Sözlerini tamamladıktan sonra bana kendi yapmış olduğu bir çekici hediye ederek, bunları hayatımdaki savaşlarımda doğru bir şekilde kullanmamı istedi. Aldığım çekiçteki motifler gözüme hoş gelmişti ve elime aldığımda gücünü iliklerime kadar hissedebiliyordum. Hediyem için kendisine teşekkürlerimi sundum, yardımcılarına saygımı göstererek huzurundan ayrıldım. 

 Artık devam ettiğim yolculuklar farklı bir noktaya gelmişti, kurdum ve geyiğim ile sohbet ederken kendimi birden göğe doğru yükselirken buldum Artık Ulu Çınar'ın dallarını geçmiştim Dünyanın var olan sınırını aşarak Gök Dünyasına ulaşmıştım. Burada ilerlerken geniş ve büyük bir alana saçılan ışık gözlerimi neredeyse kör ediyordu. Gözlerimi kapatıp açtıktan sonra karşımdım Gök Dünyasının Hükümdarını gördüm, altında kıyafetleri dikkati çekmişti yaydığı enerji içimi ısıtmıştı bu enerji bana mutlu hissettirmişti.  Varlığının yaydığı asilliğinden ve saygınlığında olsa gerek içimde, önünde diz çökme isteği uyandı ve fark etmiş olacakki elini omzuma attı: "Tüm varlıklar birdir, her ne olursa olsun kimsenin huzurunda diz çökme." diyerek sohbetine devam etti. Altından sarayının önüne gelmiştik, kurdum ve geyiğim bu sarayın girişte beni beklemeye başladılar. O bana tahtında otururken şunları söyledi: "Canlı veya cansız tüm varlıklar birbirleri ile bağlıdır, hayatında olurda bir gün yalnız kalırsın  zora düşer bitik hissedersin dön ve içindeki ışığa odaklan o sana yalnız olmadığının farkına vardıracaktır.". İçimdeki karanlık olan noktaların aydınlandığını hissetmeye başlamıştım, gözlerim kapatmıştım etrafımı göremiyordum ama içimdeki aydınlığı görebiliyordum. Buradan aldıklarım ile beraber Altında Saray'dan ayrıldım kurdum ve geyiğim bana var olduğum dünyaya dönmemde yardımcı olup yola gösterdiler, artık ormanın içindeki ilk çemberime varmıştım. 

 Çemberimim içinde bir süre oturur vaziyette kaldım, yaşadığım olayları sindirmeye çalışıyordum. Olayları bir miktar hazmetmiş olsam gerek birden ayağa kalkıp çemberin dışına çıktım elimle kılıcımı, bilekliklerimi, çekicimi ve kolyemi yokladım. Orman içinde yürüyüşüme devam ettiğim sırada kendimi bir ovadaki geniş bir  beyaz çadırın önünde buldum. Çadırın önünde bekçiler bulunmaktaydı, kim olduğumu biliyor olmalılar ki beni başları ile selamladılar bana olan bakışlarında samimiyetlerini ve saygılarını hissetmiştim. Hayvanlarım bana bakarak çadırın içine doğru ilerlemem yönünde bir baş hareketi yaptılar. Çadırın üstünde; yıldız, geyik, kurt, kartal, dağ, ağaç ve su sembolleri mevcuttu. Çadırın girişindeki sallanan perdelere elimi uzatıp tuttum ve perdeleri aralayarak içeri girdim. İçeri girdiğimde gördüğüm kişiyi tanıyordum. Uzun yeleli saçları, hilal bıyıkları ve güçlü fiziği ile karşımda Metehan durmaktaydı. Keskin bakışlarını üstüme dikerek beni süzmüştü, elleri kılıçlarına uzanmıştı kabzalarını tutuyordu. Yanıma kadar geldi eli ile bana buyur işareti yaptı, otağının buyur ettiği köşesine geçip oturdum. Bana hayatın boyunca kendi içinde verdiği mücadelelerden söz etti, babasının ihanetine nasıl uğradığını, esir kaldığı topraklardan nasıl kurtulduğunu, babasının neden öldürmek zorunda kaldığını anlattı. Hayatındaki olayları dinlemekteyken bazen hüzünlensemde sesindeki kararlılık ve ciddiyet beni her zaman keskin bir dinleme hattında tutmuştu. Konuşurken ağırlığını ve ciddiyetini çok yoğun bir şekilde hissediyordum. Savaş hikayelerini dinlerken, az sayıdı askeri ile girdiği savaşlarda cesareti, azmi ve zekası ile ona meydan okuyan düşmanlarının her ne kadar güçlü olsalarda ona engel olamadığını ve durduramadığını görmek ve bunu yaşamak içimdeki büyük bir gücü uyandırdı. Hikayelerinin tamamladığında sol elini omzuma attı ve sağ eli ile belinde bir bıçak çıkardı ve gözlerimin içine bakarak, sol elini omzumda çekti ve sonrasında sol avucuna bir kesik attı ve benimde sol elimi alarak avucuma bir kesik attı. Elimi sıkıca sıktı, hayatımda bundan daha iyi bir hediye alamazdım damarlarımdan akan kan her ne kadar atalarım ile aynı olsada, varlığına cesaretine ve zekasına hayran kaldığım bir kan ile kanımı bağlamak bana çok büyük bir onur vermişti burada hissetiklerimi tarif etmem imkansız olsa gerek. Gözlerimi üzerine dikmiş bakıyordum yüreğim ferah ve huzurluydu, zihnim net ve berrak idi  hissettiklerim akışı için teşekkür ettim. Ayağa kalkıp baş selamı ile selamlaştıktan sonra çadırından ayrıldım. Çadırın dışına çıktığımda kurdum ve geyiğim bana baktılar bendeki tüm değişiklikleri iyi gözlemlemiş olsalar gerek hiç bir şey söylemeden yanıma gelip başlarını ellerimi değdiler. Yolculuğumuzu tamamlamış mıydık? İçimden geçen buradan ayrılmamaktı, ayaklarım her ne kadar gitmek istemesede kendi zamanımda kat etmem gerek yaşamam gereken çok macera vardı. 

 Hayvanlarım ile çadırdan biraz uzaklaşmıştım son kez geriye dönüp bakmak istedim,  fakat artık çadır orada yoktu. Derin bir nefes aldım ve hayvanlarım ile yaşadığım tüm yolcuğumu gözden geçirdim. Almış olduğum hediyeler hep benim ile beraber olacaktı öğütlerim ise her zaman içimde kalacaktı. Çok yorulmuştum hayvanlarım ile de artık vedalaşmam gerektiğini fark ettim onlar bir süre oynadıktan sonra vedalaştım,  yorgunluğumu atmak için gözüme kestirdiğim bir ağacın altına uzandım ve uykuya daldım... 

 Gözümü açtığımda uzandığım tahta parçası beni rahatsız etmişti ama önemli değildi geçirdiğim yolculuktan almam gerekenleri almış ve artık hayatıma bunlar ile devam edecektim... 









24 Ağustos 2021 Salı

[Okumalar, kitap hakkında] Kadim Türklerin Mitolojik Hikayeleri

  Ön-Türk kavimlerinden beri süre gelen mitolojik hikayelerimizin topladığı ve bunları kaynaklara dayandırarak güzel bir şekilde anlatıldığı değerli bir eser. Kitabı okudukça kendi tarihi inançlarımızın, yaşayış ve hayatı yorumlama şeklimizin ne kadar farklı ve ilgi çekici olduğunu fark ettim. Kitabın genel yapısı bilgi içerikli olduğu için bir roman gibi akıcılık beklememek gerekiyor fakat hikayeler  o kadar çok içine çekiyor ki zaman zaman bulunduğum dünyadan ayrılıp kendimi kadim Türklerin hikayeleri içinde kaybolmuş halde buldum, yerin altında Erlik Han'ın sarayında  bir Körmes olarak yada göğün 16.cı katında Bay-Ülgen'in yaşadığı altın dağın üzerindeki altın tahtının önünden dünyaya bakarken. Sayfalar içinde ilerlerken Türk inanışlarında tanrıların nasıl tasvir ediliğini yaratılış ve yok oluşların kısmen başka toplumların mitolojilerine ve inanışlarına geçtiğini gördüm ve bu en çok ilgimi çeken kısımlar olmuştur. Güneş ve ayın önemini ve varlıklarının neyi ifade ettiği çok güzel tasvir edilmiş.  Yay germedeki ustalığı Tanrılaştırmak Türk kavimlerinin diğer kavimlere göre yay germedeki ustalığının nereden geldiğini daha anlaşılır hale getirmektedir. 

 Hemen hemen her varlığın bir iyesi (ruhu) olması ve insanın dünyadaki tüm varlıklar ile bir bütün halinde yaşaması diğer varlıklara saygı göstermesi ki bu bir mecburiyet değil ahlaki değer olarak gelişmesi bana en fazla anlam ifade eden kısmı oldu. Ağacın bir ruhunun olması, ( Ağaç tüm Türk kavimlerinde kutsaldır.)  mecbur kalınmadıkça kesilmez. Ormanın bir ruhunun olması,  orman içinden geçerken saygılı olunması ve zarar verilmemesi. Avcılığın bir ruhu olması (Kuzey Türk kavimlerinde insanların karşına Ayı Formun da çıkan bir iye), avlanırken bu iye kızdırılmamalı av hayvanlarına gereksiz zarar verilmemeli ve ihtiyaç fazlası avlanmamalı. Evin bir ruhunun olması, eve girerken ev ruhunu evde olduğu ve evi koruduğu bilindiği için ev boş dahi olsa eve girerken selam verilerek girilmesi ve evden ayrılırken bu ruh ile vedalaşmak evi koruduğu ve sahip çıktığı için ona teşekkürlerini sunmak (Her hangi bir ritüel gerçekleştirilmez sadece konuşulur) çok hoş bir davranış şekli. Ateş'in bir ruhunun olması, eski zamanlar her evin içinde ocak olduğu için ve yemeklerini bu ocaklarda pişirdikleri için bu ateşin de bir iyesi olduğuna inanılırmış ve her yemekte sofraya bir kaşık ve tabak fazladan koyulurmuş ateş iyesine sunmak için (Bence fazladan koyulmasının sebebi her an Eve Tanrı misafirinin gelebilecek olması ve hazırda fazladan tabak olması ki bu kültür halan devam etmektedir, her ne kadar bu şekilde bize geldiğini bilmesekte.).

 Kadim Türk toplumlarının her şeyin suda başladığına inanması bana bir dudak büktürdü ve biraz şaşırtı diyebilirim. Hiçbir şey yaratılmamışken zamanın bile olmadığı bir zamanda ve yalnızca uçsuz bucaksız bir su varken, Ag Ene sudan yarıya kadar çıkarak, Ülgen'e yaratma  ilhamını verip tekrar sulara dalan Ag Ene'nin ışıktan bir silüeti,  ismi olmayan bir bedeni vardır. O, hayatın başlangıcına dair ne varsa hepsine ruh vererek yaşam döngüsünü başlatmıştır.  Ve her şeyin sonu Kalgançı çağı ile gelmektedir, inanıyorlardıki Tanrı'nın yarattığı evren Tanrı'nın emriyle son bulacaktır. Kadim Türkler her şeyden önce ahlaka, doğruluğa, adalete, hakkaniyete çok büyük önem veriyorlardı ve bunların bozulması bir yok oluşu beraberinde getirecektir.

    

                                                                    *****

Dikkatimi çeken, kitaptaki hikayelerden ve bazı cümlelerden kısımlar. 

***

Okur burada evrenin nasıl yaratıldığının şahidi olacak, kötülüğün başlangıçtan var olduğunu anlayacak, kaderin, talihin Yara-Çeçen adlı bir yargıcı olduğunu öğrenecek, insanların unutkanlığının, nankörlüğünün sebeplerini görecek, içimizin dışımızdan daha kötü (insanın alacası içinde) olduğunu fark edecek, Kalgançı Çağı'na insanın kendisinin hazırladığını bilecektir. 

***

... Kalgançı Çağı geldiği zaman tekrar her taraf suyla ve karanlıkla kaplanacaktı. O nedenle de çok sonralar Türk kaviminin bilgesi, vilayet issi Korkut Ata'nın kitabında Kazan Bey'in dilinden "Su hak didarını görmüştür" denilecektir ve yine çok sonra eski Türkler suya türkürmeyi, kötü söz söylemeyi; onu kirletmeyi yasaklayacaklardı.

***

Çocukların ve Kadınların Hamisi Umay Ana

Eski Türkler kadınların ve çocukların hamisi olan Umay Ana adlı bir ruh da tanırlar. Umay, sadece çocukları ve lohusaları değil, aynı zamanda hayvan yavrularını da koruyan bir tanrıçadır. Ona göre de eski Türkler kadının ve doğan çocuğun Umay'ın himayesinde olduğuna inanır, Umay'a saygıda kusur etmezlerdi. Bir sözle Umay, kadim Türklerin Ana Tanrıçası durumunda idi. Hem şaman hem halk anlatılarında hem de arkeolojik bulgularda (seramik kaplarda, mezar taşlarında) Umay Ana iç boynuzlu olarak betimlenir. Altay Türkleri onu göklerden inen gümüş saçlı, güzel yüzlü bir kadın olarak düşünmüşlerdir. Diğer Türkler onu beyaz saçlı, beyaz giyimli, güzel bir bayan olarak tasvir ederler. Mitlerde kuş kılığında kanatlı bir varlık gibi de anlatılır. 

.....

Çocuklar uykuda güldüklerinde Umay'ın onlarla oyun oynadığı varsayılırdı.

...

Çocuk dünyaya geldiğinde onunla aynı zamanda Umay da gelir ve çocuğun süt emme süresi dolduğunda, yani iki üç yaşlarına geldiği zaman, Umay artık onun canı, ya da yaşam enerjisi olur.


***

Kaderin Yargıcı Yara-Çeçen


 İnsan ve hayvanların yaratılışı üzerinden fazla zaman geçmedi. kısa bir sürede yeryüzünde insanlarla hayvanlar türeyip artmaya başladılar, zira onlar ölümün ne olduğunu bilmezlerdi. İnanca göre insanlar, yerde çok kalabalıklaştılar. Eğer ölüm olmasaydı yeryüzü çoktan tıklım tıklım olurdu. Ülgen'in Yara-Çeçen adlı bilgili, akıllı bir yardımcısı vardı. Hayatı rayına oturtmak için Ülgen, yardımcısı Yara-Çeçen'i insanların yanına gönderdi ki onları bir araya toplayıp göklerin yargısını, insan ömrünün sınırlı oluşunu, ilan etsin. Bu görevlendirme ile Ülgen onu insan kaderini belirleyen yargıç olarak tayin etti. Yara-Çeçen, derhal göreve başladı ve gökten yere, insanların yanına geldi. İlk önce çok sayıda kızları olan bir eve girdi. Evdeki kızlar, Yara-Çeçen'i gördüklerinde gülmeye başladılar, çünkü onun görünüşü gerçekten de gülünç idi. Ayaklarına dolaşan uzun sakalı, fakirane kılığı, pejmürde hali ile gerçekten de çok komik görünüyordu. Yara-Çeçen, buna kızarak şöyle dedi:

 -Beni, Ülgen herkese ömrünün sınırlı olduğunu bildireyim diye gönderdi. Ancak siz bana güldünüz. Görün şimdi başınıza neler gelecek:

Senin karaciğerin farklı olsun

Aklın gariplikte olsun

Kara yara vücuduna bahşiş olsun

Babanın, annenin kapısı önünde durma

Kaburgan kırılsın. Yaşlı atın yavrusu

Bırak sana yardımcı olsun

Saçın senin ikiye ayrılsın

Yara-Çeçen'in bu bedduasından sonra kızların akılları ve yürekleri değişti. Daha önce evlendikten sonra dahi baba evinde oturan kızlar, bundan sonra baba evini terk ederek koca evine taşındılar. Altay rivayetine göre insanlara ölümün ne olduğunu ilk olarak Yara-Çeçen'in kendisi gösterdi. O bir kargayı öldürdü, toprağı kazarak onu gömdü. Başka bir varyanta göre Yara-Çeçen'in talimatı ile bir kuş diğer ölü kuşu gagası ile kazdığı toprağa gömdü. İnsanlar ölümün ne olduğunu anladılar ve ölüyü nasıl gömeceklerini öğrendiler. Yara-Çeçen, nikahı da yasallaştırdı. Yara-Çeçen'den önce kızlar, resmi olarak evlenmez, kocaya varmaz, baba evlerine aldıkları erkekle yaşarlardı.

 Bundan sonra Yara-Çeçen, sadece insanları değil, bütün yaratıkları bir araya toplayıp onların ömrünü tayin etti. O, balıklara bütün yaratıklardan daha çok, 800 yıl, ömür verdi. Hayvanların bazılarına 80-100 yıl, bazılarına 50-60 yıl, bazılarına daha az, insanlarada ortalama 60-70 yıl ömür biçildi. Bazı insanların daha uzun yaşamasının sebebi Yara-Çeçen'in onlara büyük merhameti sayılır. O zamana kadar insanlar ölümün ne olduğunu bilmezlerdi. Yara-Çeçen, pratik olarak ölümü göstermek için bir insanı öldürdü ve gömdü. Ölümün bilindiği güne kadar insanlar arasında ayrılık, savaş, kan dökme yoktu. İlk insanın ölümünden sonra kin, nefret, çirkinlik, ihanet, düşmanlık, katillik vb. kötülükler ortaya çıktı.

 İnsanın kaderi önceden Yara-Çeçen tarafından yazılmış olsa da gökten yere, oradan da yeraltı dünyasına  kovulan Erlik, ölümü hızlandırmakla insanları vaktinden önce ölmeye sevk eder. Ancak bilindiği gibi Ülgen, Erlik'in kötülüklerle dolu dünyasını yerle bir etmişti. Erlik'in dünyasından yere dökülen hizmetçiler kırk üç tekere çevrildiler. Bu kırk üç etker nereye düştüyseler orada kötülük kaynağına çevrildiler. tEkerler bulundukları yerlerde insanlara zarar vermekle onları ölüme sürüklemeye başladılar. Böylelikle, ölüm hızlanmış oldu. Ölüm meleği olan Tınalgıç Aldaçi veya Usmekçi, Erlik'in yardımcısı olup ölüm vakti gelmiş insanların ruhlarını alıp öteki dünyaya, Erlik'in meskenine götürür.

 Yakut Türkleri Yara-Çeçen adında kader yargıcını bilmezler, ancak kaderi ve alınyazısını yazan Cılga Han'ı veya Cılga Haan Toyon'u tanırlar. Cılga Haan Toyon, Tanha Haan Toyon'la birlikte insanın doğumundan hemen sonra kaderini yazarlar. Yakut kadınları alın yazısının ve kaderin hakimi olan bu ruhtan çocuk da isterler. Cılga Han, göğün Kuzey-Batı kısmında, eşi Cılgıs Biisle beraber oturuyor. İnsanların, doğumun ve bebeklerin hamisi Nelbey Ayıısıt'a çocuk istemek için yalvarıp yakarmaları fayda vermediği zamn Yakut kadınları, Cılga Han'a yakarır, ondan çocuk isterler. Ayrıca ruhunu Cılga Han'dan alan çocuklar, kazadan ve diğer felaketlerden ölmezler. Onların ölümü doğal yolla olur. Kaderin, alınyazısının belirleyicisi olan ruhun kadim Türklerde saygıyla anıldığı bilinmektedir.

***

Yara-Çeçen ile Eren-Çeçen








*** 
Kalgançı Çağ'ı ile ilgili Şiirler:

Kalgançı çağ geldiği zaman

Gök demir gibi sert

Yer bakır gibi katı olup kalır

Hanlar birbirine hücum eder

Halklar birbirine kötülük eder

Sert taş ufalır

Katı ağaç parçalanır

Bütün halklar bozulur 

İnsan bir dirsek boyu kalır

Adam başparmak kadar kalır

İnsanların dizini kısa olur

Ayaktan başka her şey baş olur

Baba evladını tanımaz

Avlat babasını tanımaz

Çöl soğanı insan başı fiyatına çıkar

At başı kadar altın

Bir kap yemeye değmez

Ayakaltında altın yatar

Onu yerden kaldıracak insan bulunmaz.

*

Zamanın sonu geldiğinde

Kara toprak ateşle alevlendiğinde

Baba Tanrı Kayra Kan

Kulaklarını tıkar

Halklar bozulduğunda

Nesiller, akrabalar ayrı düşer

Sahte rüzgarlar eser

İnsanlar canlanır

Doğanın düzeni bozulur

Küçük denizler çalkalanır

Demir üzenginin ucuz delinir.

İğnenin deliyi kırılır

Toplumların düzeni bozulur.

Kara kurt (insan) kanatlanır.

Kara gözü kanla dolar

Kara sular kanla akar.

Yer titrer, dağ delinir.

Gök bozulur.

Deniz çalkalanır.

***

Ağaç Ana

Eski Türklerin etrafında yaşadığı Kara-Korum adlı bir dağ vardı. Bu dağdan Selenge ve Tola adlı iki nehir akardı. Bu iki nehrin arasında çok büyük ve tenha bir ağaç vardı. Bir gün bu ağacın üzerine gökten kutsal bir ışık indi. Bunu gören halk burada bir şeyler oluyor diye ağacı gözetlemeye başladılar. Işık peyda olduktan sonra ağacın gövdesinde gebe bir kadında olduğu gibi şişkinlik yaranmaya başladı. Işık her gün ağacın üzerine iner ve ağaç da her geçen gün daha da şişkinleşirdi. Nihayet, dokuz ay on günden sonra ağacın karnı yarıldı ve gövdesinden beş çocuk çıktı. Bir başka varyanta göre ağaçtan bir kapı açıldı baktılar ki içeride beş çadır, her bir çadırda bir çocuk var. Çoçukların:

- Bizim ana babamız kim? sorusuna

Halk: 

- Sizlerin ana babası bu dağla bu ağaçtır, cebanı verdi.

Bu çocuklardan en küçüğünün adı Buka Han idi. Sonradan o, Uygurların en bilgili hükümdarı oldu ve cihan devleti kurmak için mücadeleye başladı.

 Mitin başka bir varyatına göre bir gün Tanrıoğlu bebekken hangi sebebten bilinmiyor, bir ağacı altına bırakılır ve ağaç yaprakları ile onu yedirerek büyümesini sağlamış olur. Kadim Türklere göre bu Tanrıoğlunun adı Buna idi. Türkler bu yüzden ağacı kutsal bilip ona saygı duyar, ihtiyaç olmadığı sürece kesmez, dini törenlerini onun etrafında yapar, ona çaput bağlamakla Tanrı'dan bir şeyler isterler.


Dikkatimi çekip yazmak istediğim bir çok kısım var ama böyle devam edersem, kitabın tamamı dökmek zorunda kalacak gibi oldum. Bu kısımda kesiyorum.


Esenlikler...







 

2 Ağustos 2020 Pazar

[Okumalar, kitap hakkında] Alber Einstein

 Alber Eiestein hakkında çok detaya girmeden çocukluğundan başlayarak; okuduğu okullar, ailesi ve çevresiyle olan ilişkileri, geliştirdiği teori ve/veya  kurumları, zamana iz bırak sözleri, yaşayıp biçimi ve son olarak beyninin çıkartılıp alınması incelenmesi  gibi durumları anlatan bir kitap. 

 Kitabı okurken fazla zorlanmadım, açıkçası zorlanacağımı düşünüyordum. Akıcı olmayacağından şüphelerim vardı fakat gayet akıcı ve rahat bir şekilde ilerliyor. Hepimizin bildiğimizi sandığımız bazı konularda doğruya ulaşmamızı sağlıyor, bunlardan biri okul hayatı ile ilgili bir konu diyebilirim.

 Eisteni ile ilgili bazı çıkarımlarda bulunmazı sağlayan öğretici bir kitap olduğunu söyleyebilirim. Çocuklara, kadınlara ve dünyadaki yaşama hatta evrene bakış açısı dikkatinizi çok çekecektir. Ayrıca teorik olarak geliştirdiği formüllerinin seneler sonra doğruluğunun neredeyse hiç sapma olmadan ispatının sağlanması, yaptığı işe ne kadar saygı duyduğu ve odak noktasının ne kadar güçlü olduğunun büyük bir kanıtı olmuştur.

 Belki bir çoğumuz Eistein'ın çok zeki (doğuştan) bundan dolayı bu kadar şeyi başarabildiğini düşünmekteyiz aslında durumun böyle olmadığını, beyninin çıkartılıp yıllarca incelenmesi sonucunda varılan sonuçlardan ve kendi sözlerinden de çıkartabiliriz. Şöyle ki: sağlıklı sıradan bir insan hayatında zevk aldığı merak duyduğu konulara olan ilgisini ne kadar odaklarsa  ve vazgeçmez ise o ölçüde beyin gelişimi ilerlemekte, bağ kurulan nöronlar farklı etkileşim göstermekte ve ufkunuz daha da gelişmektedir. Hayal gücünden de vazgeçmemeyi unutmayalım, ( :) )  hayallerinize kararlılık ile bağlıysanız bir gün mutlaka gerçekleşecektir ve bir sözünü buraya not bırakayım,  "Mantık sizi A noktasından B noktası götürebilir. Hayal gücü ise her yere." Buda benden olsun hayal gücünüz ile geleceği görmeye ne kadar odaklanır ve  kararlılıkla pes ettirmeden sürdürürseniz, o bir şekilde sizin gelecekteki yaşamınız olacaktır.

Ek olarak,  kuantum fiziği noktasında bazı yanılgılarını da  görecek ve şaşıracaksınız diyebilirim. Şu sözü hep aklımda kalacak sanırım: "Beyler bir yerde yanlışınız var Tanrı yanlış yapmaz. (*)" 



* Buradaki Tanrı kavramı dinsel bir Tanrı anlamı gütmez, Eistein burada bilimsel bir tanrı kavramından bahsetmiştir.


25 Mayıs 2020 Pazartesi

[Okumalar, kitap hakkında] İçindeki Devi Uyandır

 Bu yazım ve sonrasında artık bu bloğumda teknik yazılar yazmayı bırakıyorum, bundan sonraki yazılarım da okuduğum kitaplar hakkında bir kaç şey  yazıp karaladığım yazılar olacaktır. Teknik yazılarıma yine imkan buldukça medium hesabım üzerinden paylaşacağım. Normalde ziyaretçi alan veya paylaştığım bir blog değil yine de yolunuz bir şekilde gelirse bu hesabı sadece okuduklarımı unutmamak  çıkardığım anlamları aktarıp ve tekrar dönüp bakmak için kullanıyorum.

Medium Hesabım: https://medium.com/@ynnahmet

İçindeki Devi Uyandır - Anthony Robbins


 Bu kitabı okumam uzun bir zamana yayıldı bazı günler 10 sayfa bazı günler 50 sayfa bazı günler hiç okuyamadım. Kitabı kısaca şöyle özetleyebilirim:  kişisel gelişim için diyebilirim ama daha ötesinde olduğuna inanıyorum ki kitabın yazarı da sürekli bunu vurgulayarak size bu inancı daha fazla aşılıyor ki ilk dakikadan kendine ve yaptığı işe inancının çok yüksek olmasıyla sizi yakalıyor diyebilirim. Hayatı gerçekten çok iyi analiz etmiş bir usta diyebilirim.

 Peki nasıl? Burada araya girip bir kaç şey yazacağım. Geçmiş zamanlarda yaşayan  bir demir ustasını ele alalım. Yapmak isteği bir kılıç bunu nasıl yapabilir öncelikle hangi ham madde lazım, bunu bulması gerekli değil mi? Demiri bulduk peki bunu hangi sıcaklıkta eriteceğiz, hangi kaba dökeceğiz ve içine başka metallerden hangilerini ne oranda ekleyip dövmeye başlayacağız bunların hepsini deneyip yanılıp sonrasında bir çıkarımda bulunacaktır. Belki bir çok kez yanılacaktır belki elini yakacaktır yada bir kaza geçirecektir ama usta olmak kolay değil! Kısaca başından bir çok olay geçecektir ki bu olaylar geçerken zamanda akıyor olacaktır eğer akan her zaman aynıysa usta olması imkansız yani siz her seferinde geçirdiğiniz 1 ay boyunca aynı şeyleri tekrarlıyorsanız ve bağlı olduğunuz iş kolunda 1 sene geçirseniz bile 1 senelik tecrübeniz olmaz 1 aylık 12 kere tekrarlanmış tecrübeniz olur. Usta olmanızda; yanıldığınız şeyleri kabul etmek, yaptığınız hataları düzeltmek, yaptığınız doğru işleri  bulunduğu noktada bırakmayıp daha üst seviye taşıma noktasında sarf ettiğiniz emeklerin toplamıdır.


 Kitap'tan çıkardığım ana anlamlardan biri hayatı yaşarken kullandığımız kelimeler ve cümleler bu kelimelere ve cümlelere karşı çok güzel örnekleri var mesela bir işe veya herhangi bir bir eyleme başlayacaksınız, başlamadan önce sarf ettiğiniz sözler neredeyse sizin davranışlarınızı belirliyor şöyle ki: Sabah 8'de kalkacağım ama kalksam da olur kalkmasam da olur veya sabah 8'de kalkacağım net ve ne yapmak istediğiniz bilir şekilde bunu kendinize söylediniz. Şimdi iki cümleyi de  hemen hemen hepimiz kullanmışızdır ve hangisinde nasıl sonuçlar aldığımızı biliyoruz. :)  Hayatınızı geçirdiğiniz bir dönemde kendinizi kötü hissedebilirsiniz veya dibe batmış peki bu ruh halini kabullenip her gün kendinize bunu tekrar ederseniz ne olur? Her gün kendinizi kötü hissetmeye devam ederseniz. Bunu kesinlikle denemenizi tavsiye ederim, böyle bir dönemde biri size nasılsın diye sorduğunda kelimeleri cümleleri yer değiştirin kötüsünüz evet bunu biliyoruz ama böyle söylemek zorunda değilsiniz veya daha da kendinizi aşağı çekmek durumda değilsiniz, nasılsın veya nasıl gidiyor cevabını birde şöyle deneyin bugün çok daha enerjik ve iyiyim söylerken de buna inanın ve aynı şekilde bu durumu hiç bozmadan devam edin etmekte zorlandığınız noktada kendiniz kandırmayı deneyin ve iyiyim demeye devam edin muhtemelen bir süre sonra bu kelimeler yaşayış ve davranış biçiminizi istemsizce değiştirecektir. Belki fark etmediniz ama bunu demeye başladığınız andan itibaren bir kıpırdanma yada farklılık olduğunu beyniniz algılayacaktır sonra mı? Eski ruh halinize göre biraz daha yukarıda olduğunuzu fark edeceksiniz kelimeleri biraz daha değiştirsem acaba nasıl sonuçlar alırım demeye başlayacaksınız derken değişimin gerçekleştiğini sizde beyninizde kabul etmek zorunda kalacaktır.

 Olaylara bakış açınız ve yüklediğiniz anlamlar, sizin ruh halinize veya hissetiklerinize yön vermedeki en büyük etkenlerden biridir. Burada kendi hayatımdan örnek vermeyi düşünüyordum fakat bunu es geçip kitap'ta aklıma en çok takılan bir hikayeyi yazacağım ve bakış açısının nasıl farklar yarattığını çok net bir şekilde göreceksiniz. Sizde hayatınızdaki noktalarda bakış açısını veya odak noktanızı kırıp farklı yönlere çevirmeye çalışın ki özünüz'deki değişikliği fark edin.
     
                                           ***

TIRTILDAN KELEBEĞE BAŞKALAŞIM

 Günün birinde, oğlum Joshua altı yedi yaşlarındayken, eve ağlayarak döndü. Arkadaşlarında biri bahçedeki oyuncakların birinden düşmüş ve ölmüştü. Onunla birlikte oturdum, "Tatlım," dedim. "Neler hissettiğini biliyorum. Onu çok özlüyorsun. Bunları hissetmenin nedeni, senin tırtıl olman." "Ne?" diye sordu. Paternini birazcık kırmıştım. "Tırtıl gibi düşünüyorsun," dedim. Ne demek istediğimi sordu.

 "Bir nokta gelir, tırtılların çoğu kendilerini ölmüş diye düşünürler," dedim. "Hayatın sonu geldi sanırlar. Ne zaman olur bu?" Cevap verdi. "Anladım. O şey çevrelerini sarmaya başladığı zaman." "Evet," dedim. "Çok geçmeden tırtılın çevresini koza sarar. Ne olur, biliyor musun? O anda kozayı açsan, tırtılı orada bulamazsın. Vıcık vıcık bir şey bulursun içeride. Çoğu kimse, tırtılın kendisi de dahil, ölmekte olduğunu sanır. Oysa aslında değişimi başlamıştır. Anlıyor musun? Bir şeyken başka şey olmaktadır. Çok geçmeden ne olur?" Oğlum hemen, "Kelebek," diye cevap verdi.

 "Topraktaki diğer minik tırtıllar, bu tırtılın kelebek olduğunu görebilir mi? diye sordum. "Hayır," dedi. "Peki, kozadan çıkınca ne yapar?" Joshua hemen, "Uçar," diye karşılık verdi. "Evet," dedim. "Güneşe çıkıp kanatlarını kurutur, uçmaya başlar. Tırtılkenki halinden daha bile güzel olmuştur. Artık daha mı çok özgürdür, yoksa daha mı az?" "Daha çok özgürdür," dedi oğlum. "Sence daha mı çok eğlenecek?" "Evet... ayaklarının sayısı daha az olduğu için daha  da az yorulacak." "Tabii öyle," dedim. "Artık ayağa ihtiyacı da yok, çünkü kanatları var. Bence senin arkadaşının da artık kanatları var."

 "Bak, kimin ne zaman kelebek olacağına karar vermek bize düşmez: Biz  bunu yanlış bir şey sayıyoruz, ama Tanrı her şeyin zamanını bilir. Şimdi mevsim kış. Sen yaz olmasını istiyorsun. Ama Tanrı'nın planı başka. Bazen Tanrı'nın kimi ne zaman kelebek yapacağını bildiğine inanmak zorundayız. Biz tırtılken, kelebeklerin varlığına bile inanmayız, çünkü onlar bizden çok yukarıda. Ama belki de onların orada olduğunu hatırlamamız gerekir. " Joshua gülümsedi, beni kucakladı. "Herhalde çok güzel kelebek olmuştur," dedi.

 Metaforlar her şeye verdiğiniz anlamı değiştirebilir, neyi acıya, neyi zevke bağladığınızı değiştirebilir, hayatınızı etkinleştirir, dilinizi değiştirir. Onları dikkatli seçin, akıllıca seçin, sizin de, sevdiklerinizin de hayat tecrübesini derinleştirecek ve zenginleştirecek biçimde seçin. Bir metafor dedektifi olun. Birinin sınırlayıcı bir metafor kullandığını duyduğunuz anda, paternini kırın, ona bir yeni metafor sunun. Bunu başkalarına da, kendinize de yapın.

                                                ***

 Burada paterni kırma kısmına takılabilirsiniz veya benim çıkardığım anlama göre  düşünce akışını kırma. Burada kendi çalıştığım alandan örnek vereceğim, yazılım mühendisi olarak çalışmaktayım ve bilgisayar mühendisliği mezunuyum. Mesleğe başlarken bir çok noktada fark etmeden kendi düşünce akışımı kırmış bulunmuşum örneğin bir projeye veya okul hayatım için ödeve başlarken aşırı derece zor bu olmaz veya bunu nasıl yapacağız kimse öğretmedi gibi kavramları çok sık kullanıyordum ki bu alana ilk adımı atmış her kişi için bu geçerlidir ve bunu dediğim derslerden hep kaldım yada projelerde hep zorlandım. Peki sonra ne oldu inanmadığım sürece hiç bir şey değişmeyecekti,  dedim ya fark etmeden parternimi kırmışım tam bu noktada ben bu alanda en iyisi nasıl olabilirim, bu ödevi nasıl yapabilirim yada nasıl daha iyi yapabilirim diye sormaya başladım sanırım kırılma tam bu noktada oldu. Sonrasın bir şekilde istediğim kaynaklara ulaşmaya ve gelişimimin hızlanmaya başladığını fark ettim küçük bir örnek olarak verebilirim bu kısmı, bu paterni kırma olayını hayat boyu yapmak önemli bazı noktalarda düşüşe geçebiliyorsunuz veya yorulabiliyor yada mesleki olarak sıkılmaya başlayabiliyorsunuz sanırım burada devreye başka etmenleri sokmak gerekiyor örneğin para yada mevki vs. bunları kendinize göre şekillendirebilirsiniz. :)  

 Son olarak bir şeyi yapmak istiyorsanız, tereddütte kalmayın. Gerçekleştirmek istediğiniz hedefler için kesin eylemlerinizi belirleyin mesela kilo vermek istiyorsanız "kilo vermek istiyorum spor yapacağım," dediniz ve geçtiniz. Peki sonra ne olacak belki yapacaksınız belki yapmayacaksınız çok muallakta bir durum. Cümleyi şöyle değiştirsek peki? "Şuan 90 kiloyum biraz daha fit olmak için 10 kilo vermem lazım ve 10 kilo verebilmek için şekeri, pilavı, gereksiz abur cuburu ve dengesiz beslenmeyi bırakmalıyım. Hafta 3 gün akşam 18.00 - 20.00 arasında aktif spor yapacağım ve pazar sabahları koşuya veya yürüyüşe başlayacağım. 6 ay sonunda istediğim duruma geleceğim".  Ne kadar net ve yaptığını bilen bir kişilik oluşmuş oldu kitabın da aktarmak istediği gibi ne yapmak istediğiniz konusunda net olun, detaylarına kadar inin, düşünün planlayın, sonucu ilerleyin  ve bırakın gerisini size zaman göstersin.

 İlk yazım olduğu ve kitabı okuyalı biraz zaman geçtiği için aklımda kaldığınca bir şeyler aktarmaya çalıştım. İyi okumalar...