16 Ekim 2022 Pazar

Kakao Seremonisi

  *  Buradaki satırlarda yazan  kişiler, kurumlar ve olaylar tamamen hayal ürünüdür ve betimleme ile desteklenmiştir.

 Kakao seremonisi ile derin bir yolculuğu çıktık, bu yolculuk kendi iç dünyamanda farklı kapılar açmama ve yeni yollar bulmama yardımcı oldu. Uzun zaman sonra gözlerim olmadan da görebildiğimi, hissedebildiğimi ve duyabildiğimi fark ettim.  Hayal kurmayı hep sevmişimdir, fakat mevcut hayatlarımızda iş yoğuluğumuzdan veya gelecek kaygımızdan ya da hedeflediğimiz noktalara ulaşmaktaki hırslarımızdan olsa gerek çocukluğumuzu kaybediyoruz bir başka değişle içimizdeki çocuk çok derinlere gidip kendini bizlere unutturuyor. Bu seremonide bir parçada olsa içimdeki çocuğun derinlerden gelmesi  hoşuma gitti ve seremoni boyunca zihnimden geçenleri elektronik ortamda da tutmaya karar verdim... 


                                                       Güven Ve Savaş


 Olduğum yerdeki tahtaların üzerine uzanıp gözlerimi karşımdaki bulutlara odakladım ve yavaşça kapadım, gözlerim kapanmış ama sanki başka bir dünyada açmış gibiydim ve kendimi Tanrı Dağlarında bir ormanın başlangıcında  buldum. Ormanın içine girdiğimde içimi bir parça huzur kapladı ve  daha önce hiç böyle bir yer görmemiştim, sonu yokmuş gibi ve çok sakin. Ağaçların bazılarının gövdeleri ince ve çok uzundu ormandaki bir çok ağaç böyle idi ama bazıları ise geniş gövdeli ve çok daha uzundu sanki gökyüzünü delip geçiyor gibiydi bu ağaçlar az ve çok gibiydiler. Ağaçları inceleyip yoluma devam ederken gözlerim bunlardan birine takıldı ve bana göre tam sol tarafından bir geyik kafasını uzatıp bana bakmaya başladı iri siyah gözleri ve uzun güçlü boynuzları hoşuma gitmişti ve bana farklı hissettirdi onu sevmek için yanına doğru ilerledim, oda beni iyi algılamış olsa gerek hiç tepki vermeden beni bekledi yanına vardım ve boynunu okşadım başını öne eğdi ve buna izin verdiğini bana saygı duyduğunu sezimledim. Sonra sağımdaki koyu gri tonlarında olan kayalıkların üstünden bir çıtırdı sesi duydum o yöne döndüğümde, kayalıkların üstünde kayalık ile aynı tonlarda olan büyükçe bir kurt gördüm gözerini gözlerime dikmiş sertçe bakıyordu, gözlerinden kuyruklarına doğru paralel uzanan beyaz şeritleri bulunmaktaydı. Kayaların üzerinden atlayıp yanıma doğru geldi, gözlerimi gözlerinden hiç kaçırmadan yanıma gelmesini bekledim ve yanıma kadar geldiğinde son kez gözlerimin içine sert bir bakış attı ve boynunu eğdi ellerimi gözerlinin üst noktasında sırtına doğru götürerek kurdu sevdim. Ormandaki yolculuğumda bu hayvanlar bana eşlik edecekti ve bu iki kutsal hayvanın bana arkadaş olmalarından memnun kalmıştım. 

 Orman içinde yürümeye başlamıştık bir süre sonra sık olan ağaçların sıklığı azalmaya başladı ve birden önümde bir çember belirdi, ilginç bir çember motifi idi çemberin iç noktalarında büküm şeklinde keskin hatlar mevcutu. Çemberin içine girdim, etrafıma bakarken yumuşak  bir rüzgar sesi geldi ve karşımda kakao'nun ruhu insan formunda belirdi ve sanırım ben bu forma aşık oldum gözleri güzel parlıyor ve gülüşü içimi çoktan ısıtmıştı; kendimi ona bakmaktan alamadım, uzun yıllar boyunca tanıyor gibiydim, bir şeyler anlatmak için de konuşmama gerek yoktu. Yanıma kadar geldi, bana sarıldı ve içimdeki  puzzle'ın eksik kalan son parçası tamamlandığını hissettim; bulunduğum yer benim için daha anlamlı gelmeye, etrafımdaki kokuları daha iyi almaya, ormanın içinde sesleri daha iyi duymaya, yeşilin farklı tonlarını daha iyi ayır etmeye başladım bu tam tarif edebileceğim bir şey olmasa gerek. 

 Bulunduğum çemberden yavaşça ayrıldım ve orman içindeki yolculuğuma devam etmeye koyuldum. Hayvanlarımın yanımda olması gideceğim yolda ışık olmaları bana güven veriyordu, özellikle kurdun kendinde emin duruşu yürüyüşü içimdeki cesareti yüceltiyordu. Ormanın ruhu beni engebeli arazilerden, batalıklardan, dikenli ve çakıllı yollardan ve bazende ferah yollardan götürdü hepsi için ona güvendim bu yollarda hayvanlarım ile olduğumdan mutlu idim geçtiğim yollarda kah yardım ettiler kah yolumu bulmamda  ışık oldular ve yolun sonunda bir su havzasına geldik.  Üstümdeki eşyaların bazılarını kayaya bazılarına ise toprağa bıraktım ve saf bir şekilde suya girdim. Çember şeklinde olan bu havzada eşit ölçülerde olacak şekilde konumlanmıştık geyiğim çemberin bana göre sağında kurdum ise solumdaydı, üstümü ve eşyalarımı çıkarırken beni izlemişlerdi. Suya girerken geyiğim olduğu yerde oturarak beni izlemişti ve beni beklemeye koyuldu. Suyun ortasına kadar gelmiştim ve kurdumda bana eşlik etmek için yanıma geldi ve sonrasında suyun  dibine doğru çekilmeye başladık.  Suyun içine çekildikten bir müddet sonra Burada Suyun iyesi ile karşılaştık, tuhaftır ki suyun içinde ya nefes alabiliyorduk ya da artık bunun bir önemi yoktu. Suyun iyesi benimle konuşmaya başladı: Hayatında benim gibi ol, gerektiği yerde durgun ya da sakin gerektiği yerde de dalgalı olmayı öğren. Sana bu su tılsımını veriyorum hayatındaki savaşında zorlandığın noktalarda beni hatırla mevcut zamanında bulunduğun yerin şeklini almayı unutma, şimdi yolculuğuna devam edebilirsin. Birden suyun en karanlık en dib noktasına çekilmeye başladım, en karanlık noktasına vardıktan bir süre sonra gözlerim alışmış olacak ya da bir şekilde görüyor olacak ki etrafımı algılamaya başlamıştım ve suyun her bir tanesi hissediyordum.  Su tabanında karşılaştığım bir mağaraya girdim, kurdum mağara kapısında beni beklemedi. Kalp atışlarım hızlanmıştı birden mağaranın içinden bana doğru çocukluğum geldi, bu çocukluk halim ile sohbet ettim her ne kadar eğlenceli ve güzel zaman geçirsemde bu beni biraz tedirgin etti. Çok meraklı, sürekli soru soran bir yapısı vardı ama ben bu sorularına cevap vermedim, ona verdiğim tek cevap kendin olmaktan ve eğlenmekten vazgeçme, ilerlediğin yolda kendine güven. Çocukluk halimin arkasından minik bir kurt çıka geldi, sağ ön bacağı üzerinde küçük bir yara vardı belliki yakın zamanda olmuştu yinede güçlü ve dinç duruyordu. Çocukluk halim kendi oyuncaklarından birini bana verdi ve ona sarılıp vedalaştım. Mağaranın dışına doğru yürüdüğümde kurdumu gördüm ayakları üzerinde beni bekliyordu, yolumuza devam etmek için bana bir baş hareketi yaptı. Suyun için yolcuğumuz son bulmuştu buradan ayrılıp suyun dışına çıktık.

 Dolunay vardı bir müddet orman içinde yürüdükten sonra gözlerim dolunaya takıldı, bakarken beni çağırdığını hissettim ve gözlerim geyiğime döndü bana baktı ve "Gidelim mi?" dedi. Yolculuğumun bu kısmında Ay'ın yanına varmıştım,  Ay benim ile konuşmaya başladı ve bana şunları iletti: Benim her zaman farklı evrelerim olmaktadır bunlar sizlere göre,   bazen yeni ay bazen ilk çeyrek bazen dolunay bazen ise çok çeyrektir. Her ne kadar bazı evrelerde eksik ya da yarım gibi gözüksemde aslında her halim ile tam durumdayım Dünya'dan bakıldığında farklı farklı  gözüküyorum ama bu eksik olduğum anlamına gelmiyor ve bu sözlerimi hiç unutma Güneş her zaman orada ve beni her zaman görüyor. Ay sözlerini bitirmişti ve bu sözler içimde kapalı kalan belkide açmaya cesaret edemediğim bir kapıyı bende açmıştı. Bana hediyesini iletti: "Sana kendimden bir parça olan bu kolyeyi veriyorum, bunu her zaman göğsünde taşı ve benim safhalarımı hiç unutma. Ne zaman eksik hissedersin o zaman bu kolyeye dokunursun Güneş'in her daim orada olduğunu hatırlarsın, başka bir noktadan baktığından göremesende her zaman tam ve güçlüsün buna güvenini kaybetme.". Bana verdiği öğütleri ve kolyemi alıp geyiğim ile beraber geri döndük son bir kez Ay'a bakıp  teşekkür ettim, derin bir nefes aldım... 

 Yoluma devam ederken çemberime geri döndüğümü fark ettim, çemberin içinde yeni temiz ve beyaz kıyafetler vardı botlar bile beyazdı üstümü değiştirip bunları giyindim. Etrafıma bakınırken beyaz uzun yeleli saçları olan biri dikkatimi çekti, bir yandan kim olduğunu anlamaya çalışırkende bir yandanda da ne kadarda bana benziyor diye düşünüyordum. Yanıma geldiğinde benim yaşlanmış halim olduğunu anladım  bir süre hiç konuşmadan sadece bana baktı bende hiç sesimi çıkarmamıştım. Ne olduğunu anlamadan kendimi altından nehir geçen bir evin içinde buldum, bulunduğum odanın etrafı camlar ile çevirliydi ve açık olan cam aralığı nehre bakıyordu. Nehirin akışını izlediğim sırada hızlıca odanın kapısı açıldı ve üç çocuk koşarak nehire atladı ne olduğunu anlayamadan "Baba hadi sende atla seslerini duydum", anlam veremesemde bu çocukları tanıyor gibiydim Tuğrul, Çağrı ve Umay diye hitap etme isteği uyandı içimde. Çocukları inceliyordum fiziklerinden anladığım iyi besleniyorlar ve hareketli çocuklardı ve bir o kadar sevimli. Mevcut olayları sadece izliyor ve müdahil olamıyordum.  Arkamdan bir ses geldi ve o yöne döndüm, döndüğüm saçları beyaz saçlarının beyaz olduğu kadar gözleri kara ama  kara olsada bir o kadar da ışık saçan bir kadının bana baktığını gördüm kim olduğunu anlamış olsam gerek yanına gidip ona sarıldım, tanıdık kokuyordu her şey için ona teşekkür ettim.  Bulunduğum zamanda hayatımda hedef bildiğim bir çok şeyi gerçekleştirmiştim, etrafımdaki insanlarında hayatlarının ve zamanlarının basit olaylar çerçevesinde değilde kendi kanlarını yüceltecek ve ona sahip çıkacak hedefler doğrultusunda ilerliyor olmaları beni çok mutlu etmişti... Bir an kendimi yeniden çemberin içinde yaşlanmış halime bakarken buldum. O bana şunları iletti:  "Kendin ile savaşın diğer tüm savaşlardan daha önemli, kendi içindeki savaşı kazanabiliyorsan dışında cereyan edecek bütün savaşlara meydan okuma gücünü damarlarından akan kanda bulacaksın".  Bana, sırtında kınında duran bir kılıç hediye etti, kılıcın kabzası sağ omzuma gelecek şekilde kemerlerini göğsümde bağladım sağ elim ile  kılıcın kabzasını kavrayıp çıkardım, sağ elim ile yere paralel tutarken sol elimi kılıcın üstünde gezdirdim. Kılıcın üstünde GökTürk alfabesi ile yazılmış kelimeler bulunmaktaydı. Kılıcımı inceledikten sonra kınına geri koydum. Ve yaşlı Halim konuşmaya devam etti, kendine ve değer verdiğin insanlara güvenini kaybetme gittiğin yolda sana değer verdiğin insanlar seninle olacaktır onlar ile korkusuzca savaşlara girebilirsin... Kalan yolculuğumun açık olmasını dileyip gitmemi istedi. 

  Çemberin dışına adımımı attığımda geyiğim yanıma geldi, yolculuğumun devam ettiği süreçte beni sırtında taşımak istedi bunu istemediğimi ve beraber yan yana yolculuğumuza devam edeceğimizi söyledim, gözlerini kısarak bana baktı gülümser gibiydi. Kurduma döndüm benim için uzun bir yolculuk olmuştu ve bir an için beni yalnız bırakmayı düşünmemişti yanımda ayrılmamıştı elimi yanına giderek elimi başına koydum içimden "Ne kadarda güçlü bir Kurt" diye geçirdim. Ucu bucağı olmayan bu oramanın içinde yürürken, yolum beni ulu bir Çınar'ın önüne getirdi. Çınarı bir süre inceledikten sonra ellerimi gövdesinde gezdirmeye başladım, birden içine doğru çekildim. Kendimi Çınar'ın içinde sanki farklı bir dünyada bulmuş gibiydim beden yok gibiydi ağaç her noktasını hissediyor gibiydim; dallarını, köklerini, köklerindeki saçakları, dallarındaki tomurcuklarını... Dalları gökyüzünü boydan boya sarıyordu. Bazı kısımları mor idi bu göğün karanlığını temsil ediyordu, bazıları ise sarı bu güneşin saçılan ışığını temsil ediyordu, beyaz olan kısım ise göğün bulutlarını. Ben bu parçalar arasında kaybolurken etrafım bir anda sessizleşip karanlık olmaya başladı ve birden karanlığın ortasında bir çift göz belirdi benimle konuşmaya başladı. Konuşma esnasında bedenimi hissetmeye başladım, karşımdan gelen ses o kadar sakin ve huzur vericiydiki olduğum yere bağdaş kurup oturdum ve dinlemeye devam ettim.  Gelen sese kulak vermeye başladığımda şunları işitiyordum: "Hayatta aradığın her şey burada başladı, bütün başlangıçların sakin ve sessiz olmalı bu sana ilerleyiş vermeyecek gibi gelsede hayal edemediğin boyutlarda, başlangıç noktalarının nasıl ilerlediğini hissederek göreceksin".  O an ne söylediğini pek anlayamadım ama bunun içimde bir şeyler canlandırdığını ya da aydınlattığını hissettim ve bu bana huzur vermişti zaman kavramım ortadan kalkmıştı. Ulu Çınar bana kendi gövdesinden yapılmış bir çift bileklik hediye etti. Hayatımdaki tüm savaşlarımda bu bilekliklerin benimle olacağını bana eşlik edeceğini söyledi üstüme gelecek kılıç darbelerinden korunmada bu bilekliği kullanabileceğimi, bunların çok güçlü olduğunu ve güvenmem gerektiğini iletti. Huzurunda ona teşekkür ettim, ve oradan ayrıldım. 

 Ağacın köklerinden bir anda yer altına çekilmiştim. İçimde büyük bir öfke olduğunu hissettim, bu bana kötü hissettirmekten ziyade güç veriyordu. Yer altı dünyasında ilerlerken buzulların arasında geçtim,  sıcak lavlar akan nehirlere paralel yürüdüm ve sonunda bir saraya rastladım. Büyük gümüşten kapısı açıktı  ve içeriye doğru yürüdüm, Yer Altı dünyasının hükümdarının çekici ile bir örsü dövdüğü görünce işi bitene kadar onu izledim. Geniş omuzları ve ayaklarına kadar uzun bıyıkları vardı, teni ise kırmızı renkli idi güçlü ve asil duran bir yapısı vardı. Sonunda işini bitirip yüzünü bana döndü gözleri neredeyse alev saçıyordu ama bu bana hiç yabancı hissettirmedi, bana güzel öğütleri oldu. Bunları dinlerken içimdeki öfkenin gücünü iliklerime kadar hissettim, hayatlarımız boyunca öfkenin kötü bir şey olduğunun bilincinde bulunduk  ama Yer Altı Dünyasının Hükümdarı bendeki bu bilinci değiştirdi eve bana şunları söyledi: "Öfken senin doğumun ile başladı ve ölümüne kadar seninle olacaktır, bunu nasıl kullanacağın sana kalmış. Öfkeni sana savaş açanlara yoluna engel olanlara çevirip kullanmalısın, öfken hayatının her anında değil sana engel olan durumlarda karşına çıkan engelleri parçalayıp geçebilmen için verildi ve bunu köreltmeye değil doğru kullanmaya ihtiyacın var ve bunu hayatın boyunca unutma ve uygulamaktan geri koyulma." diyerek sözlerini sonlandırdı. Sözlerini tamamladıktan sonra bana kendi yapmış olduğu bir çekici hediye ederek, bunları hayatımdaki savaşlarımda doğru bir şekilde kullanmamı istedi. Aldığım çekiçteki motifler gözüme hoş gelmişti ve elime aldığımda gücünü iliklerime kadar hissedebiliyordum. Hediyem için kendisine teşekkürlerimi sundum, yardımcılarına saygımı göstererek huzurundan ayrıldım. 

 Artık devam ettiğim yolculuklar farklı bir noktaya gelmişti, kurdum ve geyiğim ile sohbet ederken kendimi birden göğe doğru yükselirken buldum Artık Ulu Çınar'ın dallarını geçmiştim Dünyanın var olan sınırını aşarak Gök Dünyasına ulaşmıştım. Burada ilerlerken geniş ve büyük bir alana saçılan ışık gözlerimi neredeyse kör ediyordu. Gözlerimi kapatıp açtıktan sonra karşımdım Gök Dünyasının Hükümdarını gördüm, altında kıyafetleri dikkati çekmişti yaydığı enerji içimi ısıtmıştı bu enerji bana mutlu hissettirmişti.  Varlığının yaydığı asilliğinden ve saygınlığında olsa gerek içimde, önünde diz çökme isteği uyandı ve fark etmiş olacakki elini omzuma attı: "Tüm varlıklar birdir, her ne olursa olsun kimsenin huzurunda diz çökme." diyerek sohbetine devam etti. Altından sarayının önüne gelmiştik, kurdum ve geyiğim bu sarayın girişte beni beklemeye başladılar. O bana tahtında otururken şunları söyledi: "Canlı veya cansız tüm varlıklar birbirleri ile bağlıdır, hayatında olurda bir gün yalnız kalırsın  zora düşer bitik hissedersin dön ve içindeki ışığa odaklan o sana yalnız olmadığının farkına vardıracaktır.". İçimdeki karanlık olan noktaların aydınlandığını hissetmeye başlamıştım, gözlerim kapatmıştım etrafımı göremiyordum ama içimdeki aydınlığı görebiliyordum. Buradan aldıklarım ile beraber Altında Saray'dan ayrıldım kurdum ve geyiğim bana var olduğum dünyaya dönmemde yardımcı olup yola gösterdiler, artık ormanın içindeki ilk çemberime varmıştım. 

 Çemberimim içinde bir süre oturur vaziyette kaldım, yaşadığım olayları sindirmeye çalışıyordum. Olayları bir miktar hazmetmiş olsam gerek birden ayağa kalkıp çemberin dışına çıktım elimle kılıcımı, bilekliklerimi, çekicimi ve kolyemi yokladım. Orman içinde yürüyüşüme devam ettiğim sırada kendimi bir ovadaki geniş bir  beyaz çadırın önünde buldum. Çadırın önünde bekçiler bulunmaktaydı, kim olduğumu biliyor olmalılar ki beni başları ile selamladılar bana olan bakışlarında samimiyetlerini ve saygılarını hissetmiştim. Hayvanlarım bana bakarak çadırın içine doğru ilerlemem yönünde bir baş hareketi yaptılar. Çadırın üstünde; yıldız, geyik, kurt, kartal, dağ, ağaç ve su sembolleri mevcuttu. Çadırın girişindeki sallanan perdelere elimi uzatıp tuttum ve perdeleri aralayarak içeri girdim. İçeri girdiğimde gördüğüm kişiyi tanıyordum. Uzun yeleli saçları, hilal bıyıkları ve güçlü fiziği ile karşımda Metehan durmaktaydı. Keskin bakışlarını üstüme dikerek beni süzmüştü, elleri kılıçlarına uzanmıştı kabzalarını tutuyordu. Yanıma kadar geldi eli ile bana buyur işareti yaptı, otağının buyur ettiği köşesine geçip oturdum. Bana hayatın boyunca kendi içinde verdiği mücadelelerden söz etti, babasının ihanetine nasıl uğradığını, esir kaldığı topraklardan nasıl kurtulduğunu, babasının neden öldürmek zorunda kaldığını anlattı. Hayatındaki olayları dinlemekteyken bazen hüzünlensemde sesindeki kararlılık ve ciddiyet beni her zaman keskin bir dinleme hattında tutmuştu. Konuşurken ağırlığını ve ciddiyetini çok yoğun bir şekilde hissediyordum. Savaş hikayelerini dinlerken, az sayıdı askeri ile girdiği savaşlarda cesareti, azmi ve zekası ile ona meydan okuyan düşmanlarının her ne kadar güçlü olsalarda ona engel olamadığını ve durduramadığını görmek ve bunu yaşamak içimdeki büyük bir gücü uyandırdı. Hikayelerinin tamamladığında sol elini omzuma attı ve sağ eli ile belinde bir bıçak çıkardı ve gözlerimin içine bakarak, sol elini omzumda çekti ve sonrasında sol avucuna bir kesik attı ve benimde sol elimi alarak avucuma bir kesik attı. Elimi sıkıca sıktı, hayatımda bundan daha iyi bir hediye alamazdım damarlarımdan akan kan her ne kadar atalarım ile aynı olsada, varlığına cesaretine ve zekasına hayran kaldığım bir kan ile kanımı bağlamak bana çok büyük bir onur vermişti burada hissetiklerimi tarif etmem imkansız olsa gerek. Gözlerimi üzerine dikmiş bakıyordum yüreğim ferah ve huzurluydu, zihnim net ve berrak idi  hissettiklerim akışı için teşekkür ettim. Ayağa kalkıp baş selamı ile selamlaştıktan sonra çadırından ayrıldım. Çadırın dışına çıktığımda kurdum ve geyiğim bana baktılar bendeki tüm değişiklikleri iyi gözlemlemiş olsalar gerek hiç bir şey söylemeden yanıma gelip başlarını ellerimi değdiler. Yolculuğumuzu tamamlamış mıydık? İçimden geçen buradan ayrılmamaktı, ayaklarım her ne kadar gitmek istemesede kendi zamanımda kat etmem gerek yaşamam gereken çok macera vardı. 

 Hayvanlarım ile çadırdan biraz uzaklaşmıştım son kez geriye dönüp bakmak istedim,  fakat artık çadır orada yoktu. Derin bir nefes aldım ve hayvanlarım ile yaşadığım tüm yolcuğumu gözden geçirdim. Almış olduğum hediyeler hep benim ile beraber olacaktı öğütlerim ise her zaman içimde kalacaktı. Çok yorulmuştum hayvanlarım ile de artık vedalaşmam gerektiğini fark ettim onlar bir süre oynadıktan sonra vedalaştım,  yorgunluğumu atmak için gözüme kestirdiğim bir ağacın altına uzandım ve uykuya daldım... 

 Gözümü açtığımda uzandığım tahta parçası beni rahatsız etmişti ama önemli değildi geçirdiğim yolculuktan almam gerekenleri almış ve artık hayatıma bunlar ile devam edecektim...